Bienal ziyaretim, kamuyu, öteki-leri, şehri, sistemi, bir araç olarak
sanatı ,… yeniden düşünmeme sebep oldu. Eserlerden bir tanesi “ İnsanlık Anıtı:
Yardım Eden Eller ” ismini taşıyordu. İki dudağın arasından çıkan bir söz ile yıkılan,
Kars’ taki “ucube” eser, Bienal'de yeniden üretilmiş ve düşünmeye, hissetmeye,
anlamaya birkere daha vesile olmuş.
İnsanlık anıtının yıkımı bende derin bir öfke yaratmıştı.
Bienal ile anıtın karşıma çıkması, anıtın yeniden üretilmiş ve üretilecek
olması tatlı bir duygu.
Ben de çapım kadar İnsanlık anıtını yeniden üretmeye
çalışmıştım. Derinlik ve estetikten yoksun olduğumun farkındayım elbet. Ama
elimden gelen bununla sınırlı. Umuyorum; sınırlarımı ve çapımı
genişletebilirim.
Yol-mak
“İnsanlık anıtının başı hava şartlarına rağmen kesildi”
haberi gazetelerin ilk sayfalarını doldurdu. Gökten insanlığın
gözyaşıları indi, o gözyaşıları sonra buhar oldu.
Şerife’nin gözünden de inidi o
gün gözyaşları, anıttan uzak bir şehirde, yaşamaya
çabaladığı dört duvar atölyede. Şerife sildi gözyaşlarını,
yüzünü duvardaki aynaya döndü. Çok zaman olmuş sanki aynaya bakmayalı,
görüntüsüne ürperdi. Uzunca baktı kendine, bakışları
derinleşti. Aynada kaybolayazarken, ayaklarına sürünen kedisi Pırtav’a irkildi.
Şerife’nin yüzünü derin, şefkatli bir tebessüm bürüdü. “Bahar geldi,
unuttun beni Pırtav. Bu sabah gözlerim yollarda kaldı.” diyerek, Pırtav’ın mama
kasesini doldurdu. Pırtav mamayı yedi, uzun uzun baktı. Şerife’ye. Sonra
mutfağın korkuluklu penceresinden, geldiği yoldan, gitti.
Parlak bahar güneşi, Moda’nın ara sokaklarında
geziniyor. Şerife atölyeye çevirdiği evin bahçeye bakan
salonunda, güneşle canlanan, rüzgarla salınan bitkileri izliyor. Güneş
usuldan odanın içine giriyor. Ortada duran, kocaman, eski,
ceviz çalışma masasında dolanıyor ilkin. Köşede üzeri çarşafla örtülü
şövaleyi , raflara dizilimiş kitapları, fotoğrafları, bibloları,
ufak heykelleri, özenle hazırlanmış rengarenk figürlerin olduğu seramik kapkacakları yokluyor. Kenardaki kanepeye
ilişmeden güneş atölyeyi terk ediyor. Ortalığın kararmasıyla Şerife ışığı yaktı. Daha
önce hazırladığı kalıbı masaya koydu. Gene, görmek dahi istemediği eseri için
kalıba dökeceği malzemeyi yeniden hazırlıyor, bir yandan da söyleniyor: “
Yıllardır aynı büst, siparişi al- yap! Sanatım...” Nefesinin sesi
kesik kesik Şerife’nin. Kendi kendine söylenmeye devam ediyor, elleri
giderek hızlanıyor, bir an önce siparişi bitirmek istiyor. Gözünün önüne
gelen saçlarını koluyla geri atıyor. Aniden tok bir ses duyuldu. Kalıp
masadan düştü, Şerife artık sövüyor. İşi gücü bırakıp, köşedeki kanepeye
oturdu. Bir sigara yaktı, kanepeye uzandı. Sigaradan yayılan dumanı seyre
dalmışken tavanda bir başına çırılçıplak duran ampulün ışığı zayıfladı, sonra
ışık yok oldu. El yordamıyla yaktığı mumu
masaya koydu Şerife, masada put gibi oturuyor. Pürüzlü, kalınca,
saman renginde sayfaları olan defterini açtı, sayfayı karalamaya başladı.
Sayfayı dolduran çizgiler, aylar sonra bitirebileceği “yol-mak”
isimli tablosunda çırpınan bir kadıncık oldu. Kadının gözlerinin altında halkalar, çelimsiz
bacaklarıyla yürümeye çabalıyor. Bitkin, umutsuz, elinde bohçası. Bohçasını
yüreğine yaklaştırıyor, ürkek, yaşlı gözlerle Şerife’yi süzüyor. Kitaplar
yazarmış kocası. Çok sevmişler birbirlerini. Aşkla
doldurdukları yaşamlarını karabasanlar sarmış. Bir gün kocasından haber
alamamış. Haberi gelmeyen çok insan varmış. Gelen haberler karadelik olmuş, kaçanlar yollara düşmüş.
Şafak söktü. Söküğün yerini derin bir boşluk doldurdu. Hiç
bunca yorgun bir sabaha tanık olmamıştı Şerife. Çorak ve ıssız yollarda boy boy
titrek silüetler sayfalarca yürüyor.
Kadının bakışları boşlukta uzadı. Bohçasını saldı. Titrek
bacakları salındı, dizleri kırıldı, ayakları yerden kesildi. Avuçlarından
önce silik yüzü gördü; sert, kuru, kokusu bile olmayan toprağı. Nasırlı,
kirli elleriyle doğrulmaya çalışıyor. Ellerine güç verdikçe, kemikleri ve
damarları nasırlı deriyi parçalayacak gibi oluyor. Doğrulamıyor kadıncık.
Gözlerinin feri gittikçe azalıyor.
Şerife’nin güngörmüş elleri yüzünü örtüyor: “Dayan,
dayanmalısın...” diyor, ama olmuyor. Kadının tükenmiş bedeni
doğrulamıyor. Yürüyüş devam ediyor.
Şerife’nin buz kesmiş ayaklarına Pırtav süründü. Şerife sarıldığı kedisine yaşlı gözlerle
yitirdiğinin adını fısıldadı : “ Nadin’di onun adı….”
Yukarıdaki Yol-mak adlı kurguyu 2010 un sonlarında yazmış olmalıyım. Fethiye Çetinin'in Annanem adlı kitabını yeni okumuş ve gözyaşlarımı dindirememiştim. Gittiğim kurs için bir ödev yapmam gerekiyordu. Ödevden bu çıktı. Kimse ne anlattığımı anlamadı ama neyse... Aşağıda anıtı resmetmeye çalıştım: