7 Aralık 2014 Pazar

Portre

Aynanın karşısına geçtim. Yüzüme bakarak resmimi yapmaya başladım.  Otoportre diyorlar buna. Kendimin resmini yaptım, kendime. Bittiğinde inanamadım, tıpatıp bana benziyordu, ben olmuştu. İnsanın kendi kendinin resmini yapması çok zor sanırdım, değilmiş.

Pencerenin önündeki divana oturup dışarı bakmaya başladım. Resim yapmadığım zamanlar camdan dışarı bakar, sokakta olanı biteni izlerim. O gün yorgundum ve divana uzanmak istedim. Dışarıda olan bitenden de geri kalmak hiç istemem. Yaptığım resmimi alıp cama iliştirdim, zira aynadaki görüntüm olan, tıpa tıp bana benzeyen resmin ben olduğuna hiç şüphem yoktu.

Divana uzanır uzanmaz, otoportrem sokakta olanı biteni tüm ayrıntılarıyla bana  anlatmaya başladı. Sokaktaki insanların zihninden geçenleri de bana aktarıyordu. Çeşit çeşit dünyalara dalıyor, türlü şaşırtıcı gizlere sırdaş oluyordum.  Benim için tarifi mümkünsüz bir zevk olmuştu onun bana anlattıkları. Bir süre sonra anlatılanlar ninni, divanın sert-saman döşeği yumuşacık pamuk olmuştu. Gözlerim ağırlaştı.

Kafamda asılı kalmış ağırlıklar. Boynumu eğmiş, yürüyor yürüyordum. Zihnim  nerede kala kalmıştı o gün? hatırlayamıyorum. İnce uzun bir sokakta yürüyordum. Yukarı baktım, derin bir nefes alıp, başımı sola-sağa çevirdim. İşte o an, bir evin penceresine ilişmiş bir portre gördüm. Portre bana bir şeyler fısıldıyordu.  Kulaklarımla işitmiyordum, bir sesti duyduğum tam zihnimin göbeğinde.  Portre bana, beni anlatıyordu.  Korktum çok. Gözlerimi kaçıramıyordum. Kaçmaya çalıştım, lakin ayağımın altındaki zemin boşlukta dönüyordu ve ben bir adım bile ileri gidemiyordum. Kaçamıyordum, mıhlanmıştım.  Kuyu gibiydi, dibini görmek için eğildiğinde yutacak cinsten dipsiz bir kuyu. Fısıldadığı şeyler iliklerimde yankılanıyordu.  İnsan, dipsiz bir kuyu, kendine baktıkça derin bir bilinmezle hemhal olunuyor. Sonunda çaresizce teslim oldum o penceredeki portreye.

Üzerime bir meltem esti, masmavi bir boşluk okşadı beni. Koştum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder