31 Aralık 2014 Çarşamba

yenik

Genç adam pencereden dışarı seyre daldı. Işıklarla süslenmiş sokakta insanlar bir başlarına yürüyorlardı. Pencerenin  önüne geldiklerinde abartılı   kahkahalar atarak "çok muyluyum" diyorlardı.  Genç adam, sokaktaki herkesin yüzünde abartılı makyaj olduğunu fark etti. Banyoya gidip makyaj yaptı. Şık bir kıyafet giyerek sokağa çıktı. "Işıklı sokakta yürümek çok eğlenceli"  diye düşündü. Pencerenin önünde durdu, ağzını kocaman açtı , " Hah! hah! hah! çok mutluyum" dedi ve yürümeye devam etti. Bu sırada pencereden genç olmayan bir adam bakmaktaydı.

Genç olmayan adam "NE YENİK BİR ZAMAN" diye düşündü. Giderek büyüyen karnını okşadı. Bu uydurmacayı anlatan kişi endişeli: Doğum ne zaman bilinemiyor. Doğacak bebeğin neye benzeyeceği konusunda ise büyük kaygı içerisinde. Genç olmayan adam huzurlu bir gebe. Genç adam ise ışıklı yolda yürümeye devam ediyor.


17 Aralık 2014 Çarşamba

Sesime Gel

Dengbej anlatır hikayeyi, Berfe' nin hikayesini. Temo'nun anası, Jiyan'ın nenesidir Berfe. Hikaye güneşin zaptedildiği, insanın insanı kırdığı bir zamana götürür bizi.


Hikayeyi özetlemek istemedim, http://www.beyazperde.com/filmler/film-226437/  daki kuru özeti yapıştırıyorum:

Berfe 60 yaşında bir babaannedir, 8 yaşındaki torunu Jiyan ile beraber yaşamaktadır. Bir gün jandarma gelir ve Berfe'nin oğlu, Jiyan'ın da babası olan Temo'nun tutuklandığı haberini verir. Zira yaşadıkları köydeki bütün erkeklerin silah sakladıklarına dair bir iddia vardır. Silahlar teslim edilene dek tutuklananlar da serbest kalamayacaklardır. Fakat ne Berfe’nin ne Jiyan’nın saklanan herhangi bir silahtan haberi vardır. İkisi çaresiz biçimde bir silah bularak karşılığında Temo’yu kurtarmak için yola koyulur…  

Anlatılan hikaye doksanlı yıllarda geçer. Film boyunca boyunlarına sarılıp koklamak istediğim karakterleri kaybetme tedirginliği yaşadım. Sanki film kurgu değildi. Filmdeki oyuncular filmin  duygusunu çok yetkin bir şekilde izleyiciye aktarıyordu. Biraz önce film hakkında yazılanları okudum, oyuncular filmin çekildiği yerde yaşayan yerel insanlarmış.  

Filmde hikaye içinde anlatılan hikayeler var. Berfe'nin geçmişini de hikaye içindeki başka bir anlatıcıdan dinleriz. Berfe'nin film boyunca Jiyan'a anlattığı masal, sonra Jiyan'ın anlatıcılığı...
Kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa dillendirilip dirilen hikayeler. Üstü hiçbir zaman örtülemeyecek olan hikayeler... 

Barışı işaret eden bu film üzerine çok şey söylenebilir. Amma büyük laflar edecek ne takatım, ne de haddim yok. Filmin çekildiği mekanlar, mekanların hoş sesleri, kokularından çok keyif aldım. Müzikler de filmin ruhunu iyi beslemiş. Diyor ve konuyu açmıyorum.  

Dört yüce, gri, beton duvar arasına  kısılı kalmış, zavallı  hayatlarımızda memleketin türlü acıtıcı hikayesi yankılanıyor. Çıkamıyor beton duvarlardan dışarı  memleketin hikayesi. Bizim ağrımız  bundan dinmiyor.  Görmedik ama biliyoruz, hepimiz biliyoruz! 

10 Aralık 2014 Çarşamba

Tampon

Aynı şirkette çalışıyorduk. Aslı satış direktörüydü. Ben de insan kaynakları. O'na iyi elemanlar bulurdum hep, aramız iyiydi. Çocuk istiyordu ama olmuyordu. İlk eşiyle de çok denemiş. Genç bir adamla iki senelik evliydi. İyi çocuktu kocası, haftada bir ofise çiçek yollar, hoş sürprizlerle şımartırdı O'nu.

Benim doktoru önermiştim çok iyi doktordur. Tam ümidi kesmiştim ki kucağıma aldım nur topu gibi ikizleri; biri kız, biri oğlan. Aslı'da  denedi benim doktoru , ama bir türlü tutmadı tüp de. Sorun da yokmuş aslında, öyle söylemişti. Galiba az vakti kaldığını düşünüp stres yapıyordu. Aslında çok güler yüzlüydü,  kafasına takmazdı pek bir şey.

Burnuna deviasyon yaptırmıştı. Hafif kemeri vardı, onu da törpületmişti. Burnunun son halini göremedim ben. O gün, arabam bakımdaydı. Birlikte çıktık ofisten. Arabada bir sigara  yaktı. Ofiste hiç sigara içmezdi. Burnunda tampon vardı ama nasıl beceriyorsa, içiyordu o halde sigara. Ben rahatsız olmadım, zaten arabanın penceresini açtı. Kavşakta kırmızı yandı. Her zaman o kavşağa, çingeneler yayılır, çocukları su ve mendil satar. Çocuklara bakıp üfledi, pencereyi kapatacaktı, bi bana, bi sigaraya baktı. Bunlar da gelir yapışır şimdi diyorduk ki, ufak bi çingene kızı yanaştı. Pencereden Aslı'ya bakıp "geçmiş olsun abla sana" dedi ve gitti. Sonra sesi değişti Aslı'nın, ağlamaklı oldu. Ne oldu anlamadım, herhalde bu çingeneler dörder beşer doğurabiliyor, benim neden olmuyor falan diye düşündü.  Yeşilin yandığını geç farketti, arkadaki taksici çok kornaya bastı. Birden ofise dönmem lazım, unuttuğum doküman var falan dedi, beni bi taksi durağında  indirdi.

Eve gittim, bir de ne göreyim, televizyonda Aslı, köprüde intihar girişimi diye flaş haber geçiyor tüm kanallar. Aslı köprünün korkuluklarına çıkmaya çalışıyor, derken biri gelip tutuyor da yere fırlatıyor O'nu.  Sonra  ofise gelmedi tabi. Yerine benim O'na beş sene önce bulduğum çocuklardan biri atandı. Ben de arayamadım Aslı'yı. Şimdi arasam ne diyebilirim ki?

7 Aralık 2014 Pazar

Portre

Aynanın karşısına geçtim. Yüzüme bakarak resmimi yapmaya başladım.  Otoportre diyorlar buna. Kendimin resmini yaptım, kendime. Bittiğinde inanamadım, tıpatıp bana benziyordu, ben olmuştu. İnsanın kendi kendinin resmini yapması çok zor sanırdım, değilmiş.

Pencerenin önündeki divana oturup dışarı bakmaya başladım. Resim yapmadığım zamanlar camdan dışarı bakar, sokakta olanı biteni izlerim. O gün yorgundum ve divana uzanmak istedim. Dışarıda olan bitenden de geri kalmak hiç istemem. Yaptığım resmimi alıp cama iliştirdim, zira aynadaki görüntüm olan, tıpa tıp bana benzeyen resmin ben olduğuna hiç şüphem yoktu.

Divana uzanır uzanmaz, otoportrem sokakta olanı biteni tüm ayrıntılarıyla bana  anlatmaya başladı. Sokaktaki insanların zihninden geçenleri de bana aktarıyordu. Çeşit çeşit dünyalara dalıyor, türlü şaşırtıcı gizlere sırdaş oluyordum.  Benim için tarifi mümkünsüz bir zevk olmuştu onun bana anlattıkları. Bir süre sonra anlatılanlar ninni, divanın sert-saman döşeği yumuşacık pamuk olmuştu. Gözlerim ağırlaştı.

Kafamda asılı kalmış ağırlıklar. Boynumu eğmiş, yürüyor yürüyordum. Zihnim  nerede kala kalmıştı o gün? hatırlayamıyorum. İnce uzun bir sokakta yürüyordum. Yukarı baktım, derin bir nefes alıp, başımı sola-sağa çevirdim. İşte o an, bir evin penceresine ilişmiş bir portre gördüm. Portre bana bir şeyler fısıldıyordu.  Kulaklarımla işitmiyordum, bir sesti duyduğum tam zihnimin göbeğinde.  Portre bana, beni anlatıyordu.  Korktum çok. Gözlerimi kaçıramıyordum. Kaçmaya çalıştım, lakin ayağımın altındaki zemin boşlukta dönüyordu ve ben bir adım bile ileri gidemiyordum. Kaçamıyordum, mıhlanmıştım.  Kuyu gibiydi, dibini görmek için eğildiğinde yutacak cinsten dipsiz bir kuyu. Fısıldadığı şeyler iliklerimde yankılanıyordu.  İnsan, dipsiz bir kuyu, kendine baktıkça derin bir bilinmezle hemhal olunuyor. Sonunda çaresizce teslim oldum o penceredeki portreye.

Üzerime bir meltem esti, masmavi bir boşluk okşadı beni. Koştum...